Kimyasanal.com Kimyasanal.com Kimyasanal.com
Kimyasanal.com
Başarı, genelde onu sürekli aramakla meşgul olanlara gelir.
Henry David Thoreau
Kimyasanal.com
Kimyasanal.com


Tarih: 24.04.2003
Kategori: Kimya Dükkanı Sağ ok Kimya Dükkanı Sağ ok EdebiKimya
7822 kez okundu.


Th

- On dakika kaldı..

Daha önce hiç duymadığım ve bundan sonra da duymak istemeyeceğim kadar heybetli bir ses işitmemle başladı hikaye. Ne olduğunu düşünmeye fırsat bulamadan müthiş bir acı hissetim sol kolumda. Ses önce odanın duvarlarında yankılandı sonra beynimde. Sağ elimle diğer elimi aradım bir süre. Ses beni o kadar huzursuz yapmıştı ki, sol kolumun dirsekten itibaren olmadığını farketmeme rağmen umursayamayacak haldeydim. Ancak uğultu odayı tamamen terkedince gözlerimi açabildim. Ortalık biraz daha sessizleşmesine rağmen kocaman bir saatin gürültüsüne benzeyen periyodik tiktaklar devam ediyordu. Sol kolumun eksikliği bana bu odada bulunmam kadar normal geliyordu. Acı da yavaş yavaş azalmıştı. Lakin soğuk bir rüzgar esiyordu. Üşüyordum. Yalnız başımaydım. Sadece ben ve o ses. Tik tak tik tak.. Heyecanlı değil miydim veya heyecanlı görünmemek için soğukkanlı mı davranmaya çalışıyordum. Hatırlamıyorum ama anımsadığım odanın diğer ucuna sakince yürümeye başladığımdı. Tahminimce kenarları üç metreden fazla uzun olmayan kareye benzeyen bir odanın içindeydim. Bu yüzden karşı köşeye yürümem uzun sürmedi. Odanın zemin ve tavanı dahil olmak üzere tüm duvarları kalın bir camdan yapılmıştı. Dışarıda birşeyler görebilirim umuduyla cama iyice yaklaşınca saat sesinin nerden geldiğini anladım. Odamın biraz ilerisinde, bulunduğum odadan bir hayli büyük olan bir saat büyük bir gürültüyle çalışıyordu. Tik tak tik tak.. Saatin etrafında değişik büyüklüklerde ve değişik şekillerde o an sayamadığım kadar oda -bunlara oda demek mümkünse tabii- vardı. Her bir odanın içinde de birisinin olduğunu az çok görebiliyordum. Hemen yanımdaki oda büyük bir düzgün sekizyüzlüye benziyordu. Odanın içinde ayakta durmaya çabalayan adamın siması tanıdık gelince heyecanım tamamen dindi. Onun kim olduğunu çıkaramıyordum ama gurbette tanıdık birisini görmüş gibi çocuksu bir mutluluğa kapıldım. Hem onun gibi ayakta durabilme gibi bir sorunum da yoktu. Oda kare olduğu için şanslı bile sayılırdım. Bu sevincim çok uzun sürmedi. Büyük saati merkez alan odalarda bulunan diğer insanları da farkettim. Umutsuzlukları yüzlerinden okunuyordu. Kimisi dışarı çıkmak için camı tekmeliyor, kimisi ise bir köşede büzülmüş öylece oturuyordu. İçimdeki huzur bir anda odayı terk etti, o iç bunaltıcı sesi tekrar duyunca huzurum büsbütün kaçtı.

- Herkes önüne baksın.

Bana seslenildiğini anlamıştım. Sesin nereden geldiğine dahi bakamadan yüzümü çevirip odaya döndüm. Bu sırada odaya detaylı bir şekilde göz atma imkanı buldum. Aslında size oda hakkında anlatabileceğim fazla bir şey yok. Ama galiba daha önce eklemeyi unuttum, odanın her bir yüzü aslında ikisi mavi ikisi saydam olmak üzere iki üçgenden oluşuyordu. Burada birkaç satır daha sarfetmek istiyorum. Çünkü odada anlatması zor, garip bir simetri hakimdi. Odanın her yüzü, köşegenleriyle birbirinden ayrılmış ve karşılıklı olanları aynı renge sahip dört üçgenden oluşan bir kareydi tam olarak. Odanın altı kareden veya yirmi dört üçgenden oluştuğunu söylersem daha açıklayıcı olurum herhalde. Beni etkileyen simetriyi duvarlara biraz daha baktıktan anladım. Aynı renkteki üçgenlerin kenarları hiçbir şekilde birbirleriyle çakışmıyordu. Bir mavi üçgenin üç adet kenar komşusu olduğunu düşünürsek, bu odada üçü de saydam camdan yapılan üçgenlerdi. Tüm bunları nasıl olduysa düşünmem çok uzun sürmedi. Oysa saatin tiktakları o kadar rahatsız ediciydi ki, bu odadan çıkabilseydim eğer, yapacağım ilk iş saati durdurmak olurdu... Diye düşündüm. Tik tak tik tak... Saate tekrar bakmak için yüzümü döndüğümde camın hemen öbür tarafında bulunan birisini fark ettim, hemen arkasında da en yakın arkadaşım Nihat'ı. Adam çubuklardan yapılmış küreye benzeyen bir legoyu elinde çevirdi bir müddet. Bana doğru uzattı. Cam duvardan küçük bir bölme açılınca elindeki legoyu alabildim.

- Vakit azaldı...

O an anladım beni bunaltan sesin sahibinin karşımda durduğunu. Nihat'a baktım. Mutluydu, rahat ve sakin hareketlerle gezinmeye başladı. Diğer adam da uzaklaştı.. Ve kayboldu.. Ben elimdeki legoyla tekrar yalnız başıma kalakaldım. Legoya baktım. Oturmayı düşünüyordum ki yerdeki kağıt parçasını farkettim. 'Fullerene C20'... Tabi ki başka ne olabilir ki, elimde toplam on iki beşgeniyle C20 hazır kıta beni bekliyordu. Şunu belirtmek isterim; muhakkak ki elimdekinin bir fullerene olduğunu daha baştan anlamam gerekirdi ama içinde bulunduğum durumu düşünürseniz bu şaşkınlığımın sebebi daha iyi anlaşılacaktır. Bu yüzden kendimi suçlayamadım. Bunu öğrenmiş olmak bile beni mutlu etmeye yetti. Tik tak tik tak... Sanki bu mutluluk bana çok fazlaymış ve beni buraya hapsedenler bunu hazmedememişler gibi hücrem sarsılmaya başladı. Sol tarafımdaki acı tekrar arttı. Saat sustu. 'Kolum' diye bağırmak isterken yere düştüm. Fullerene yere çarpınca kırılacağını düşündüm. Ama öyle olmadı. Yerde bir süre yuvarlandı, Nihat'ın ayağına çarpınca durdu. İşte tam o sırada Nihat'ı farketmiştim. Muhtemelen arka tarafta bir kapı olduğunu, Nihat'ın hücreme buradan girmiş olabileceğini düşündüm. Nihat sakin ve ağır hareketlerle molekülü eline aldı. Benim yüzümdeki acıyı farketmemiş olacak ki gülümsedi. Yoksa en azından 'neyin var?' gibi bir soru sormasını beklerdim ondan. Sol kolumdaki acı bir hayli artmış olmasına rağmen belli etmemek için gülümsemeye çalıştım. Bu sahne uzun bir süre aklımdan çıkmadı. Ben ve Nihat dahil olmak üzere herşey durmuştu. Saat susunca zaman bile durmuş, biz ise bir ressamın bu anı ölümsüz bir tabloya çevirmesine imkan sağlamak istiyormuş gibi donakalmıştık. O halde ne kadar süre kaldık hatırlamıyorum, bu hatıradan aklımda son kalan, Nihat'ın sözleriydi;

- Bu molekül ve bu kübik oda, ben bir fark göremiyorum.

Bu sözlerin ardından olayların farkına varmakta çok gecikmedim. Artık gerisini ben getirebilirdim. İki harfin ağzımdan çıkmasıyla birlikte bulmaca çözüldü, duvarlar hızla eridi, etraf tekrar, fakat daha şiddetli bir şekilde sarsıldı ve dünyaya döndüm.

* * *

Yazıma başlamadan önce şunu kat'iyetle belirtmek isterim ki, bu anımı sadece ve sadece arkadaşım Celil'in ısrarı üzerine yazıyorum. Yazının bundan sonraki kısmını okurken içinde bulunduğum durumu göz önünde bulundurursanız, yazıdaki bir takım hataların da sebebini daha iyi anlamış olacaksınız. Üzerimdeki bu baskıya 'niye ben yazıyorum?', 'niye o gün?' gibi sorularımın cevapsız kalmasını da eklemek isterim. Olaydan hemen önce de aslına bakarsanız şu anda bulunduğum durumdan pek farkım yoktu. Tüm gecenin ağırlığı üzerimizdeydi. Sınava çalışmayı son güne bırakmanın cezasını çekiyorduk da diyebilirim. Sanırsam bizi o sırada ayakta tutan tek kuvvet sınav heyecanıydı. O yüzden olacak sınavın başlamasına dakikalar kala ikimiz de sessizce sınavı beklemeye başladık. Celil en arka sırada pencerenin yanına kuruldu, ben de onun yanına. Bir ara kafasını eline dayayıp uyuma teşebbüsünde bulunsa da engellemelerim sonucu muvaffak olamadı. Herneyse, hoca geldi, sınav kağıtlarını dağıttı. Sınav kağıdını alır almaz adet üzeri soruları gözden geçirdim. Bizi alt edebilecek soruların olmadığını söyleyebilirdim o sırada. Sınavın sonuna kadar bu düşüncem değişmedi. Her grup teorisi dersi alan öğrencinin tahmin edebileceği türde sorular vardı. Bazı bileşiklerin nokta gruplarının bulunması, bir nokta grubunun karakter tablosunun çıkartılması gibi sorular. Fazla zorlanmadan sakin bir şekilde tüm soruları ayrıntılı bir şekilde cevapladım. Birkaç kontrolden sonra işim bitmişti. O sırada gözüm Celil'e takıldı. Birinci sorunun son şıkkını çözmek için uğraşıyordu. Boş bir kağıt çıkarmış, C20'nin nokta grubunu bulabilmek için molekülü değişik şekillerde çizmeye çalışıyordu. Bunu görünce Celil'e karşı bir kızgınlık hissettim. Daha üç bilemedim dört saat önce onunla bu molekül üzerinde tartışmamış mıydık? Celil'e C20'nin kübik bir nokta grubuna sahip olduğunu göstermek için boşuna uğraşmıştım. Çizdiğim küpler, karaladığım kağıtlar; hepsi boşunaymış. Bunu unutmak için cevaplarıma tekrar bakmaya karar verdim. Cevaplarımı son kez kontrol ederken hatırladığım, hocanın 'on dakikanız kaldı!' demesiyle sınıftaki birkaç kişinin sınavı uzatma talepleriyle başbaşa kalmasıydı. Sınav kağıdından gözlerimi ayırdığım sırada üşüdüğümü farkettim. Heralde Celil pencereyi açmış diye düşünerek O'na döndüğümde şaşkınlığı takip eden hafif bir gülümseme kapladı yüzümü. İstem dışı olarak hocaya döndüğümde O'nun da durumu farkettiğini anladım. O da gülümsüyordu. Celil üzerinde hissettiğim sorumluluk duygusunun etkisiyle, onu uyandırmak için tekrar sağıma döndüm. Başını sol kolunun üzerine koymuş, sıranın üzerine çökmüş vaziyette uyuyordu. İlk hamlem başarısızlıkla sonuçlandı, sadece eli sıranın üzerinden aşağıya doğru düştü. Onu dünyaya döndürmek için ikinci bir hamle daha yapmak gerekti. Uyanırken ne söylediğini tam olarak anlamadığım, daha sonra sorduğumda da anlatmadan geçiştirmeye çalıştığı birşeyler mırıldanmasını da burada eklemeliyim. Bundan daha ziyade benim aklımda kalan Celil'in o anki yüz ifadesiydi. Sıradan başını kaldırdıktan hemen sonra Celil'i muhakkak görmeliydiniz. Saatinin üzerine yatmış olduğundan olacak, sol yanağında saat büyüklüğündeki bir kızarıklıkla sol kolunu ovuşturuyordu. Garip bakışlarını anlamsız bir gülümseme takip etti. Yüzünü benden çevirir çevirmez sınava yeni başlıyormuşcasına kağıdına harıl harıl birşeyler yazmaya başladı. Evet bu kadar, dediğim gibi olay bundan ibaretti. İlginç bir hikaye ümit edip hayal kırıklığına uğramamanız için sizi daha yazımın başında uyarmıştım. Pardon, birşey daha vardı yazmak istediğim. Onu da anlatayım. Sınav bitti, kağıtları hocaya verdik. Benim kağıdıma baktı önce. 'Aferin Nihat!' der gibi alt dudağını büzüştürüp başını birkaç kere salladıktan sonra, Celil'in kağıdını eline aldı. Sanırım soruları çözemediği için uyumuş olduğunu düşündüğü için dolu kağıdı görünce bir hayli şaşırdı. Gülümseyerek 'heralde rüyanda çözdün soruları' demesiyle ortam iyice yumuşadı. Biz de gülümsedik. Hocadan uzaklaşırken Celil'in bana dönüp 'hoca nasıl anladı?' demesi bu hikayenin son cümleleriydi.

Son not: Bu deneyi sınav sırasında asla denemeye kalkışmayın!




Üye Yorumları

Yazar Mesaj
zbilgili
Tarih: 06.10.2007
Ferdi Bey bu yaziniza hayranlikla bayildigimi söylemek istiyorum. Cok guzel. Hikaye yaziyor musunuz acaba? Evet ise muhakkak okumak isterim. Eger yazmiyorsaniz da mutlaka denemelisiniz.
fkaradas
Tarih: 09.10.2007
Yorumunuz icin cok tesekkur ederim.
Vakit! buldukca yazmaya calisiyorum, umarim ileride yazdigim ve yazmayi dusundugum birkac yaziyi daha sitemize eklemeyi dusunuyorum.
zbilgili
Tarih: 10.10.2007
Oyleyse dort gozle bekledigimi belirtmek isterim. ;).
ctyavuz
Tarih: 10.10.2007
hikaye yerine yaşanmış hikaye desek :=)


Copyright © 2004-2024 - https://www.kimyasanal.com